10 Kasım 2010 Çarşamba

sözde Atatürkçüler..

sabah işe gideken alem fm dinliyorum kadının teki mesaj göndermiş diyor ki: "işe geldim sabah başın sağ olsun dediler. ben de hepimizin başı sağ olsun dedim. yok sadece senin bizim değil dediler".
bunu duyduktan sonra dedim ki neler neler var, bizim şirkette olmaz böyle şeyler dedim.
işe gittim saat dokuzu beş geçe yangın merdiveni var balkon niyetine kullandığımız oraya çıktım saygı duruşundayım, sirenler çalıyor, kornalar duyuyorum.. ama şirket hakkında düşündüklerim doğru çıkmadı pek.. içerdekiler çay derdinde çay oldu mu içsek havasındalar..
bi baktım herkese hepsi uğraşıyo bişilerle bu kadar mı gömüldük karanlığa anlam veremedim..

24 Ekim 2010 Pazar

geç kalanlar

Bugün uzun zamandan sonra tekrar geçiyorum güncemin başına. Dün gittiğim bir tiyatrodan bahsetmek istiyorum bu sefer. Oyunun adı "Geç kalanlar". Oyunun adına tezatlık olduğundan ya da oyunu izlemeye gelenlerin oyunu çoktan anlayıp "ben zaten biliyorum" bunu demelerinden kaynaklanan bir "erken gelenler" kuyruğu vardı Şinasi sahnesinin önünde. İçeri girdik oyunu izlemeye koyulduk.

Oyun evlilikleri yıkılmış iki genci konu alıyordu. Birbirini herşeyden çok sevmiş olan bu gençler şiddetli geçimsizlik ile birlikte acı çekmeye başlamışlardı.

Bir kadın vardı, bilge kadın. Evini çok seven bu adamın yanına geliyordu bu bilge ve konuştu onunla. Nedeni sordu, nasılı sordu.. Nelerin eksik olduğunu nelerin yanlış nelerin doğru olduğunu gösterdi ona. Ev öylesine derli topluydu ki, kimse inanmazdı o evde karısı tarafından terkedilen bir erkeğin tek başına yaşadığını.

Oyunun ana fikri de ikinci perdeyle birlikte açığa çıkmaya başladı: empati kurabilmek. Geçimsizlikler, kavgalar hep aynı nedenden ötürü başlar. Aynı olaya farklı açılardan bakıldığı için. Ancak empati kurarken karşındakinin olaya yaklaşımını irdelersin ve o pencereden bakarsın. Bu da genelde çok yararlı olur.

Bilge kadının eşliğinde ikinci perdede oyuna dahil olan karısı ile adam tartıştılar gülüştüler en önemlisi de empati kurarak birbirlerinin bedenlerine girdiler, ruhlarına büründüler..

Konu son geceye geldiğinde, o fırtınalar kopan ve ayrılışların başladığı geceye, yağmur yağmaya başladı, evde de bir fırtına kopuyordu. İkisi de birbirine bağırıyor, ve karşısındaki suçluyordu.. Soru şu: değer miydi?

Bir hışımla evden çıkan adam arabasına atlıyor ve kaygan yolda kaza yaparak o gece canını veriyordu...

O an anlaşıldı ki, bu iki gencin kavga edecekleri, birbirlerine bağıracakları ya da suçlayacakları bir gün daha olmayacaktı. Empati kuramayacaklardı, ki zaten olayların bu noktaya gelmesinin temel nedeni empati kuramamaktı.

Kadın o günden sonra o evde yanlız başına yaşıyor, anılarla boğuşuyor, pişmanlıklar duyuyor ve o adamı hala yaşatıyordu.. Yalnız bir eksik vardı, o adam artık orada değildi. Ona bağıramayacak, ona sarılamayacak, onun kokusunu içine çekemeyecek, onu öpemeyecek, onunla olmanın mutluluğunu yaşayamayacaktı.

Hep "ama"lar olmuştur hayatta. Böyle derdim ama öyle yaptı.. Bunu yapardım ama böyle davrandı.. Anladım ki çok fazla "ama" var bu hayatta. Artık olumsuz bağlaçlara ihtiyacımız olmamalı. Olumlu olmalıyız ki empati kurabilelim..

Adam da çok sevmişti, belki hiç söyleyememişti bunu ama çok sevmişti. Bu sebeptendir ki kabullenememişti öldüğünü, bu yüzden gelmişti bilge kadın da.. Bu gerçeği ona kabul ettirmek, artık herşey için çok geç olduğunu, hiçbirşeyin "eskisi" gibi olmayacağını ona göstermek için. Karısı onu bir kez daha duyamayacak, bir kez daha dans edemeyeceklerdi. Onu sevdiğini söyleyebilmek için bir şansı daha olmayacaktı. Elindeki son fırsatı da o gece, o kapıdan çıktığında kaybetmişti.

Artık hiçbirşey eskisi gibi olmamalı, "ama" siz yaşıyorsunuz işte..

5 Haziran 2010 Cumartesi

dün ve bugün iki o.ç. durumu yaşadıktan sonra,
akşam eve dönerken iyi reflekslerim sayesinde 3-4 yaşlarındaki bir çocuğun hayatını kurtardım,,
ve o zaman anladım ki hayatta öyle saçma insanların davranışlarına yer yok..
bu hayat çok güzel çok anlamlı,
bu hayat sanki bir çocuk,
bu hayatta;
hep gülmeli, hep umutlu olmalı...

zaman

bügün saatim koptu,
kolumdan düştü.
ve artık zaman benim içim durdu..

1 Haziran 2010 Salı

mor inek

Yazıma başlamadan evvel çok sevdiğim ve şu anda buradan çok uzakta görevde olan biricik abime sevgilerimi ve saygılarımı parantez içinde sonunda ünlemiyle birlikte iletiyorum...

Küçüktüm.. Kandırıldım..
Bir gün televizyon izliyorduk ailecek. Televizyonda milka'nın bir reklamı çıktı. Dağın başında mor bir milka ineği. Ben de saf gibi "vayy ineğe bak ne güzel. Hiç mor inek görmemiştim. Mor inek var mı?" diye sormuştum. Abim de "var tabi oğlum" demişti. Çok inanırım abime.
İnandım.. Kandırıldım.. Çok küçüktüm..
Gerçeği çok sonra öğrendim..
Artık herşey için çok geçti...

26 Nisan 2010 Pazartesi

çok bilip az düşünmektense az bilip çok düşünmek daha iyidir

Çok bilip az düşünmektense az bilip çok düşünmek daha iyidir. Gerek duyulmayan bir bilginin hafızamızda yer kaplaması gereksizdir. Örneğin odanızı düşünün, kullanmadığınız bütün eşyaları, kitapları dolapları odanızda tutmak istemezsiniz. Çünkü sizin yaşam alanınızı daraltır. Size nefes alacak, rahat hareket edecek yer bırakmaz. Zihnimiz de aynen böyledir. Zihnimizi gereksiz boş bilgilerle doldurursak, daha sonra alacağımız önemli bilgiler için yer kalmaz. Böylelikle eski gereksiz bilgilerle başbaşa kalmış oluruz ve asla kendimizi geliştiremeyiz.

Bugün Sherlock Holmes'un filmini izledim ve biraz da hakkında birşeyler okudum. Adam demiş ki, "eğer dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilmek hiçbir işime yaramıyosa neden bu bilgiyi aklımda tutayım ki?". Çok da haklı aslında, çünkü bilgi bilenin değil kullananın işine yarar, onun amacına hizmet eder. Kullanmayan kişiye sadece hamallık yük olur bu bilgiler.

Ama bir de şu var, hangi bilginin nerde ne zaman gerekeceği nasıl öngörülebilir? Hayatın sürerliliğinde bilginin gerekliliği az çok öngörülebilir. Ama hiçbir zaman tam olarak kullanacağımız her bilgiyi öngöremeyiz.

Dediğim gibi bilgi kullanıldığı zaman önem kazanır, kullanmadığımız hiçbir bilgi bizim için bir öneme sahip değildir. Bilgi üzerinde düşünülmeyi gerektirir. Çok bilgiye sahip olmamız çok düşünmek zorunda olmamız dolayısıyla da her bilgiyi yeterince düşünemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu nedenledir ki birçok bilgi edinemektense, az bilgi üzerine çok yoğunlaşıp daha sağlam çıkarsamalar yapmak daha yerinde olacaktır. Bu sayede yeni bilgilere de yer kalmış olacaktır ve gereksiz bilgilerle gereksiz zaman kayıplarıyla yorulmamış oluruz.

Bilgi bilenin değil kullananındır !!

Not: Sherlock Holmes İngiliz edebiyatında yer alan hayali bir kahramandır.

9 Şubat 2010 Salı

huzur dolu notalar

kalbimin etrafına duvarlar örmüştüm hani kimseler giremesin diye,
kimseler üzmesin, kırmasın, kanatmasın tekrar diye..
ama bir şeyi atlamışım..
müziği..
müziğin duvarları aşabildiğini, içlerinden geçebildiğini unutmuşum..

huzur dolu notalar duvarlarımı aşıp kalbime girdi,
ona can verdi, yaşama sevinci verdi, umut verdi, huzur verdi..

hiç bilmezdim şarkıların bu kadar derinden etkili olabildiğini,
ya da daha önceden hissedememişim notaların gücünü..

ama şimdi anlıyorum herşeyi,
en başından öğreniyorum hayatı,
yeniden yaşıyorum herşeyi..

bu sefer huzur dolu notaların eşliğinde..

30 Ocak 2010 Cumartesi

huzur

aslında uzun uzun yazmak istiyorum şu anda,
çünkü yıllardır hiç bu kadar huzur dolu ve mutlu olmamıştım..

ama şu anda da uludağ'a gidiyorum birkaç günlüğüne, ve valizimi yeni hazırlamaya başlayacağım ki saat 3 oldu :)

neyse görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın..