ay ne kadar güzel bugün,
ne kadar güzel parlıyor,
ışık saçıyor..
her ne kadar benim için yanmasa da..
bugün,
çok güzel bugün,
her ne kadar benim için yaşanmasa da..
6 Aralık 2009 Pazar
2 Aralık 2009 Çarşamba
İnce Çizgi
Bilmiyorum.. Böyle ince bir çizginin üzerindeyim sanki. Ve yükseliyoyrum bu çizgiyle birlikte sürekli yukarıya çıkıyorum aşağı bakıyorum herşey un ufak çok yükselmişim.. Düşsem ölmekten beter ama gideceğim de çok yer var dengeli durmaya çalışıyorum düşmemek için bi hedef var herhalde çizginin beni götürdüğü oraya kadar yükselip oradaki alana çıkabilirsem bulutların bile üzerinde mutluluktan uçcam ama oraya varamadan çizginin ayağımın altından kayıp gitme ihtiamli de var..
Ve düşüyorum şimdi..
Ve düşüyorum şimdi..
Kalın Duvarlar
Kalın duvarlar örüyorum yorgun ve can çekişen kalbimin etrafına.. Duvarlar örüyorum ki artık biri daha gelip vuramasın hançerini, taşlayamasın, incitemesin daha fazla.. Bir kez daha kaldıramaz çünkü bu yürek.. Öylesine yoruldu ki, öylesine yorgun ki, öylesine bitkin.. Artık atmak kan pompalamak hadi devam et yaşamaya demek bir anlam ifade etmiyor ona, sadece alışkanlık.. Ne arkadaş ne dost ne aşk.. Yok artık hiçbir yeni kapı hiçkimseye.. Giriş yok artık.. Dostlarım da belli arkadaşlarım da ilelebet aşık kalacağım tek kadın da..
O yüzden bu duvarlar bana rahat nefes alabilmem için fırsat veriyor..
Yoruldum, sıkıldım, bıktım artık.. Çaresizlik.. Yapabilecek bir şey kalmadı, elimden gelen herşeyi yaptım, artık gücüm tükendi. Son darbeyi de sen vurdun zaten, iyi bir arkadaşsın dedin. Bundan sonra da artık yok, bitti benim için aşk defteri, son sayfasında senin adın yazılı kaldı. Bundan sonra başka sayfa yok, başka kimsenin adı yok. Bitti.. Seninle kapandı herşey. Senin ismin var yığıtın en üstünde, ve bundan sonra kimse olmayacak hayatımda, kimseyi almayacağım hayatıma.
Arkadaşlarımın dediği gibi bir başkası gelebilir belki de onunla mutlu olabilirim ama artık ben yoruldum, sıkıldım, bezdim, bu hayattan bıktım.. Daha fazlasını istemiyorum, bir başkasını kaldıramam.. Bir daha deneyemem, aynı stresleri aynı riskleri bir daha alamam.. Kalbim çok darbe aldı ve şu anda çok yaralı, hala kanıyor en son saplanın hançerin darbesiyle, çıkaramadım bile hançeri, kan kaybından bir anda ölmek istemiyorum, hayat güzel diyorum bir yandan, bir yandan da yavaş yavaş ölüyorum, üzerinde senin adının yazdığı bir hançerse kalbimde paslanmakta zaman içinde.. Ama çıkaramıyorum hançeri, hala duruyor orada.. Ve ben bu yaralı kalbimin, bir başkası tarafından bir kez daha yaralanması ihtimaline bile dayanamıyorum, bu riski göze alamam.. Bu yüzden de yaralı kalbimin etrafına kalın duvarlar örüyorum.. Hiç kimsenin aşmaya cesaret edemeyeceği, kimsenin yıkamayacağı, kapısı girişi olmayan bir duvar örüyorum, kale inşa ediyorum, güneş bile çok az girebiliyor içeriye, çok karanlık sadece yaralı kalbimin sesi duyulabiliyor, yavaşça atışının sesi.. Güçsüz ürkek atışları.. Belki de bir daha atmayacak asla..
O yüzden bu duvarlar bana rahat nefes alabilmem için fırsat veriyor..
Yoruldum, sıkıldım, bıktım artık.. Çaresizlik.. Yapabilecek bir şey kalmadı, elimden gelen herşeyi yaptım, artık gücüm tükendi. Son darbeyi de sen vurdun zaten, iyi bir arkadaşsın dedin. Bundan sonra da artık yok, bitti benim için aşk defteri, son sayfasında senin adın yazılı kaldı. Bundan sonra başka sayfa yok, başka kimsenin adı yok. Bitti.. Seninle kapandı herşey. Senin ismin var yığıtın en üstünde, ve bundan sonra kimse olmayacak hayatımda, kimseyi almayacağım hayatıma.
Arkadaşlarımın dediği gibi bir başkası gelebilir belki de onunla mutlu olabilirim ama artık ben yoruldum, sıkıldım, bezdim, bu hayattan bıktım.. Daha fazlasını istemiyorum, bir başkasını kaldıramam.. Bir daha deneyemem, aynı stresleri aynı riskleri bir daha alamam.. Kalbim çok darbe aldı ve şu anda çok yaralı, hala kanıyor en son saplanın hançerin darbesiyle, çıkaramadım bile hançeri, kan kaybından bir anda ölmek istemiyorum, hayat güzel diyorum bir yandan, bir yandan da yavaş yavaş ölüyorum, üzerinde senin adının yazdığı bir hançerse kalbimde paslanmakta zaman içinde.. Ama çıkaramıyorum hançeri, hala duruyor orada.. Ve ben bu yaralı kalbimin, bir başkası tarafından bir kez daha yaralanması ihtimaline bile dayanamıyorum, bu riski göze alamam.. Bu yüzden de yaralı kalbimin etrafına kalın duvarlar örüyorum.. Hiç kimsenin aşmaya cesaret edemeyeceği, kimsenin yıkamayacağı, kapısı girişi olmayan bir duvar örüyorum, kale inşa ediyorum, güneş bile çok az girebiliyor içeriye, çok karanlık sadece yaralı kalbimin sesi duyulabiliyor, yavaşça atışının sesi.. Güçsüz ürkek atışları.. Belki de bir daha atmayacak asla..
serkopat
Bir yaz günü, çok yakın iki dostumla bizim evde oturuyorduk. Okul falan da olmadığı için yiyip içip film izleyip evde eğleniyorduk. Benim diz üstü bilgisayarım da herzaman olduğu gibi yirmi dört saat açıktı ve mail, facebook vb. bütün uygulamalarda açık vaziyette beklemekteydi. Sevgili arkadaşlarım tabiri caizse çakallık yaparak bilgisayarımın başında olmamamı fırsat bilerek benim facebook profilimde gezinmeye başlamışlar. Arkadaşım olması muhtemel olan (people you may know) insanların profillerinin gösterildiği yerden bir çok kişiyi arkadaş olarak ekleme istediği göndermişler benim adıma. Aralarında, bu arkadaşlık teklifini kabul ederek hayatımda yeni bir sayfa açan tek bir kişi vardı.. O da sendin..
Ben bizim çakalların bu yaptıklarını anladım tabi ama hiç de tepki vermedim, birşey de demedim. Baktım bir sen eklemişsin beni, profilini gezdim önce. Üniversitelerimiz farklı ama bölümlerimiz aynıydı. Hoş fotoğrafların vardı, tatlı bir gülümsemen.. Saf ayağına yatıp bir ileti gönderdim profiline, nerden tanışıyoruz ya eklemişsin galiba diye, sonra biraz konuştuk, bölümden derslerden. İşte o kadardı topu topu. İki gün sonra tatile gitmiştim zaten Avşa’ya. Hiç aklımda bile yoktun yani, ki o zaman başka biri vardı aklımda, görüştüğüm, oldukça güzel olan ama bir o kadar da salak ve zayıf karakterli biri. Zaten Avşa çok güzel bir yerdi, tatil, deniz, kum, güneş.. Herşey çok güzeldi. Sen yoktun ki hiç aklımda. Sonra tatil bitti döndüm evime, faceden ayaküstü konuşmaya devam ettik seninle, sonra msn’e geçti konuşmalarımız. Biraz takım muhabbeti sonunda sen çok komiksin ya eğlendiriyosun beni demiştin, fenerbahçe söz konusu olunca çok eğleniyordun nedense. Ben de cep telefonumu yazmıştım msn’de sana, eğlenmek istediğin zaman ara her zaman burdayım diye takılmıştım. Almışsın kaydetmişsin o gün telefonumu. Bir kaç gün sonra bir gece, doğum günümde attın bana ilk mesajını, saat gece ikiydi. Doğum günümü kutlayan ilk kişilerden birisiydin. Numarayı tanımıyordum, ama senin olduğunu hissetmiştim. Hatta sen de buna şaşırmış olacaksın ki kimsin diye sormadın diye cevaplamıştın.
Oysa ben hep seni arıyormuşum da haberim yokmuş. Oysa hiç yoktun sen aklımda. Çok ilginç bir başlangıcımız olmuştu seninle. Bir msn konuşması sırasında nasıl ne konuşuyorduk hatırlayamıyorum ama şakalaşırken, evlilikten konuşuyorduk. Sen her zamanki gibi beni kimse almaz kalırım ben evde diyordun. Ben de her saf ve salak erkek gibi bu oyuna gelip yok canım olur mu öyle şey diyerek senin egonu tatmin ediyordum. Birbirimizi bir kere bile görmeden o kadar çok konuşmaya başlamıştık ki, birbirimizin hayatının içine girmiş olduk farkına bile varamadan. Birbirimizin hayatına karışmaya bile başlamıştık. Hatta sonra nişanlı olmuştuk. Şakasına başlamıştı ama çok uzun sürdü bu nişanlılık muhabbeti. Ve biz hala buluşmamıştık. Öyle bir gün gelmişti ki, bir baktım son beş günde birbirimize üç yüzden fazla mesaj göndermişiz telefonumuzdan, ve bu mesajlarda çoklu mesajlardı hep. Gören duyan arkadaşlarım hep şaşırıyorlardı ve sanki sevgiliymişsiniz gibi konuşuyorsunuz mesajlaşıyorsunuz diyorlardı. Sanırım kasım ayıydı, bir cuma günü cep telefonundaki mesajlarımızda buluşmaya karar verdik. Yer ankamall, saat beşi biraz geçe. D&R’da buluştuk seninle. (Şu anda girdin msn’e yine, avatarına bakakaldım.. Birkaç saniye sonra kayboldu o da..) İlk buluşmamız. Tarihi bir an. İlk merhaba deyişimiz, nabersin, nasılsınlar.. Oturduk önce bir köfte yedik Sultanahmet köftecisinden. Sen onu önerene kadar ben orada olduğundan bile haberdar değildim Sultanahmet’den. Sonra konuşmaya başladık oradan burdan. Zaman su gibi geçip gitti. Bir de baktık saat dokuz buçuğu geçiyor. Senin geç kalmaman gerekiyordu eve, kalktık, seni metroya bıraktım sonra dolmuşla evime yol aldım. Eve varınca mesaj at demiştim, az sonra geldi mesajın, içim rahatladı. Bu buluşmamız başka herhangi bir sebep olmadan buluştuğumuz iki görüşmeden ilkiydi, bir de sonuncusu vardı.. Bir hafta sonra mıydı neydi, başka bölümden arkadaşlarının bir ödevini beraber yapabilir miyiz diye sormuştun. Çünkü sen ikinci snıftaydın ve bazı konuları yeni öğreniyordun. Ben dünden hazırdım zaten seni bir daha görmeye. Olur dedim, yaparız. Sturbucks’ta buluşmuştuk bu sefer. İki tane de arkadaşın vardı. Oturduk yine konuşmaya başladık, beraber tartıştık biraz ödevi ne yapabilirizi nasılları.. Sonra arkadaşların kahve almak için yanımızdan ayrıldılar. İşte o sıra bir an için saçını kaldırıp da bana çevirdin ya başını, işte o an öyle bir baktın ki bana, o an öyle şeyler hissettim ki kelimelere dökemem şu anda. Ama o şekilde kimse bakmamıştı bana hayatım boyunca, hayatımda hiçbir kadın bana öyle bakmamıştı, annem dahil. Çok farklı bir bakıştı o, çok farklı çok özel çok güzel şeyler hissettim ben o an. İçim içime sığmıyordu sanki. Şimdi anlıyorum o an bana bakarken gördüğün ben değilmişim, gördüğün eski aşkın sevdiğin çocukmuş.. Ben sadece bir figürmüşüm, aklında yaşattığın sevdiğinin yalandan silüetiymişim. Sonra o gün de ayrıldık. Ayrılış o ayrılış, aralık’ın sonuna doğru birşeylerden dolayı tartıştık ve bir soğukluk girmişti aramıza. Bir de doğum gününde İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştım, arabayı sürecek başka kimse yoktu bizimkileri de benim götürmem gerekiyordu. Sense buna çok bozulmuştun. Şaka mıydı gerçek mi bilmiyorum, ama ben gerçek olarak gördüm bu tavırlarını. Çok bozulmuştun. Bense çok üzülmüştüm. O akşam ablamla İstanbul’dan sana çok güzel bir hediye almıştık. Çok güzel bir kelebek kolyesi, gümüşten. Satıcı başka kutu kalmadığı için de nişan yüzüğü kutusuna koymuştu kolyeyi, siyah bir kutuydu. Asi meleğim, narin kelebeğim.. Kelebekten korktuğunu ise son görüşmemizde öğrenmiştim. Yılbaşı geçti ocak ayındaydık artık. Ben buluşmak istedim oturup konuşmak için, sense sürekli bir bahane bulup oyaladın beni msn’de saatlerce, sonra da basit bir yalanla beni dinlemeden kapattın msn’i çektin gittin. Çekip gitmek en kolayıydı çünkü, sebebiyse ne söyleyeceğini bilememendi.. Bu yaptığın bardağı taşıran son damla olmuştu ve o gün gece oturup yazdım sana “son mektup” umu. Senden hoşlandığımı sevdiğimi söylediğim ama senin çok haksız davrandığını söylediğim bir sayfalık bir iç döküşüm vardı bu mektupta. Çok farklıydın, çok zordun, çok asiydin.. Biliyorum sen çok zor zamanlar geçiriyordun, bense her zaman yanında olmaya çalışıyordum ve hissetmeye çalışıyordum yaşadıklarını, kendimi senin yerine koymaya çalışıyordum sürekli ve bir süre sonra kendimi unuttum. Ve ben bunların hiçbirini hak etmemiştim. Sonra uzun bir sessizlik oldu aramızda. Yirmi üç gün geçmişti, artık umudu kesmiştim senden, unutmaya karar vermiştim, çıkmıştın hayatımdan. Ama ben hala unutamamıştım seni. Msn’e girdin o akşam, bekledim ismine bakarak akşam onda mı ne girmiştin, üç dört saat aralıksız beklediğimi hatırlıyorum. Sonunda gece iki de bir mesaj attın bana. İyi misin demiştin, mutlu musun diye sormuştun. Yine başlamıştı herşey.. O gün konuşmuştuk, sen benim hissettiklerimi biliyordun, niye gelip de arkadaşça yaklaştın ki. Madem sevmiyorsun istemiyorsun uzak dur işte. Yok ama sen ne yaptığını bilmiyordun. Seni arkadaş olarak gerçekten çok seviyorum gibilerinden birşey demiştin. Cümle böyle başlayınca gerisinin ne olduğu çok da önemli olmuyor. Çok da farklı olmuyor sonları çünkü. Anlamadım ben ne olduğunu. Yine başladı konuşmalarımız. Ama yine görüşme yok. Sonra bir ay daha geçti, topluluğunuzun düzenlediği ulusal toplantıya katılmak için bana haber verdin. İstersen gel dedin. Gelmez miyim. Toplantıya gitmek üzere hazırlandım, yok aslında senin için hazırlandım toplantı çok da umrumda değildi, ve cuma günü ilk dersten sonra dersi asarak okulunun yolunu tuttum. Seni uzaktan gördüm ilk. Saçına fön yaptırmıştın. Çok güzel görünüyordun. Bu üçüncü görüşmemiz olmuştu seninle. Fazla konuşma fırsatımız da olmamıştı, çünkü konuklarla ve diğer işlerle ilgilenmen gerekiyordu. Dördüncü görüşmemiz kongrenin ikinci günü olmuştu, beşinci görüşmemizde kongrenin son günü olmuştu. Bu son gün, yani pazar günü gitar kursum vardı, ama ben erkenden kalkıp önce okuluna gittim seni görmeye, ama ilk oturum ertelenmişti saat ona. Bekledim.. Sonra sen geldin, yan yana ilk orada oturmuştuk seninle ilk oturumu beraber dinlemiştik. Hayretle sormuştun deli misin sen bu saatte geliyosun buraya diye, ben de kongreye meraklı değilim, ben seni görmeye geldim demiştim, hmm demiştin sen de. İşte o kadar.. Sonra msn’den devam etti konuşmalarımız, üç beş de cep telefonundan mesajlaşma. Haziranda ben staja başladım seninse ödevin vardı ona bakıyorduk beraber, her zaman olduğu gibi msn’den konuşuyorduk sadece. Neyse onu da hallettik sonra sen tatile gittin. Aradığımda bile açmıyordun telefonu, ya duymuyordun ya konuşmak istemiyordun. Ben biliyordum nedenini. Artık ne sesimi görmek istiyordun ne de yüzümü görmek. Sadece msn ve cep telefonu yeterliydi. Gerisine ne gerek vardı. Gittin geldin, aylardan temmuzdu. Ben buluşmak istedim tekrar, yine red cevabını aldım. Hala istemiyordun. Bense dayanamıyordum artık, açık açık bir mesaj çektim ve duygularımı belirttim yine ve netleştirmek istedim tekrar. Sense cevabı daha önceden de verdiğini bunları önceden konuştuğumuzu ama benim anlamak istemediğimi söylemiştin. Ben de peki dedim ve sustum. Ve sustuk..
Hiç yoktan girdin hayatıma, beni benden alıp çekip gittin..
Hayalinle yaşıyordum senin, sen yoktun ama ben mutluydum. Ama şimdi hayalin bile yok senin de olmadığın gibi. Alışmıştım, sen olmasan da hayalinle yaşamaya. Hayali konuşmalar yaşıyordum kafamda. Bazen el ele tutuşup yağmurlu bir yolda yürüyorduk, bazense sudan sebeplerle kavga ediyorduk. Herşey o kadar gerçekti ki, sanki hayal değildin sen, hayır hayal olamazdın gerçektin. Kavgalarımızdan sonra üzgün halde geziyordum ortalarda, evde okulda.. İçiyordum bazen de, biliyorum hiç sevmezsin içkiyi. Bazen de salakça sırıtıyordum etrafta çünkü o gün güzel geçmiştir aramızda, evet salakça sırıtıyordum çünkü biliyorum sana aşıktım, biliyorum aşık olmak salakça sırıtmasını sağlıyordu insanın.
Bir ay öncesinde, doğum günümde, otuz ekim iki bin dokuz Cuma günü saat bir sularında yeniden hayat vermiştin benim ruhsuz cansız bedenime attığın üç kelimelik bir mesajla: “Doğum günün kutlu olsun”. O kadar anlamlıydı ki o mesajın benim için.. Üç buçuk aydır konuşmuyorduk seninle ve sen beni unutmamıştın. Seni unutmam gibi birşey mümkün değil, öyle birşey asla olmayacak, çıkar onu kafandan demiştin çektiğin mesajda.. Ben yerlere kapanıp Tanrı’ya dua etmeye başlamıştım o sıra. Allah’ım sen büyüksün diye haykırıyordum. Seni seviyorum diye bağırıyordu kalbim kendini parçalarcasına. Çok mutluydum, mutluluktan havalara uçuyordum o gün. Hayatımda aldığım en anlamlı en güzel mesajdı. Beni benden alan, hayata tekrar bağlayan bir mesajdı. Sonra yine konuşmaya başladık, bi kaç gün sonra yeni msn’ime eklemiştim seni, biraz sohbet etmiştik. Sonra bir gün senin bölümüne gelmiştim, beraber aldığın yeni ödev üzerine konuşmuştuk. Bir ara başını omzuma yaslamıştın, o an da çok güzel şeyler hissetmiştim. Özel hissettirmiştin beni, farklı hissetmiştim kendimi. O günün başka bir anlamı da vardı benim için, babamın doğum günüydü, ve o gece eve on birde varmıştım, eve gelirken anneme söz verdiğim gibi bir doğum günü pastası almıştım ve eve gelmştim. O haftasonu cumartesi günü kızılayda yine buluştuk seninle, kahve evinde ödevin devamına bakmıştık akşama kadar, sonra da bir yemek yiyip ayrılmıştık. Herşey çok güzeldi. Sonra birkaç gün sonra cepten mesajlaşıyorduk yine, hemen geldim bölümüne, arkadaşların da vardı bu sefer, ödeve kaldığımız yerden devam etmiştik. O zaman da başını omzuma yaslamıştın yine, yine özel hissettirmiştin bana.
Son buluşmamız, sekizinci görüşmemiz, baş başa sırf birbirimizi görmek için buluştuğumuz ikinci randevu.. Bu buluşma da bayram öncesi oldu, çarşamba akşamı. Bir gül aldım bahçeliden, sonra balgattan atladım dolmuşa, ankamall’e gittim. Bu sefer çok umutluydum.. Sinemanın önünde buluştuk seninle, elimdeki gülü uzattım hayırdır dedin yadırgadın, nerden çıktı bu bakışı attın. O an anladım zaten, dakika bir gol bir, bir sıfır yenik başladık maça. Neyse merhabalaştık ve bir filme gitmeye karar verdik; alacakaranlık – yeni ay. Biletlerimizi aldıktan sonra önce çok istediğin elbise gelmiş mi diye bakmak için mağazalara gittik, biraz oralarda gezindikten sonra alta kata indik ve sturbucks’a oturduk. Birer kahve ve limonlu kek aldık. Konuya bir şekilde girmem gerekiyordu, gül almama kızdın mı diye sordum, yoo dedin, o halde sormamda bir sakınca yoktur dedim, sevgilim olur musun diye sordum. Önce başını çevirdin yavaşça güle doğru, bir süre baktın ve aslında biz bunları konuşmuştuk dedin. Ben de açık ve net olarak konuşmadığımızı belirttim ve bir sonuca bağlamak istediğimi dile getirdim. Aslında başka birini sevdiğini, unutamadığını ve bir tür takıntı olduğunu söyledin. Bu nedenle de başka birini düşünemediğini, başka birini hayatına sokmak istemediğini ve kimseye o gözle bakmadığını söyledin. Çünkü ondan başkasını düşünmüyordun ve bana karşı birşey hissetmiyordun durum böyleyken de benimle ilgili birşey olamayacağını açık bir şekilde belirttin. Aaa tabi unutmuşum bu arada çok iyi bir arkadaştım ben senin için.. Sonra filmi izledik beraber, film bitince yine metroya bıraktım seni, ve ayrıldık yine. Bu sefer son kere. Biliyorum o görüşüm seni son görüşüm olacak..
Korku dolu umutlar taşıyordum bir zamanlar.. Şimdi umutlar gitti ama korkular kaldı..
Issız adam filminin sonunda adam kadını görüyordu ya yıllar sonra, hani çocuğuyla birlikte.. ben öyle bir şeye dayanamam işte.. hayatımdan, hayalimden, düşüncemden çıkarıyorum seni, unutamayacağım asla biliyorum ama yine de hayatımdan, hayalimden, fikrimden ve kalbimden çıkarıyorum seni çünkü arkadaş olamam seninle bu saatten sonra, ama yardım edebileceğim bir şey vardır diye de koparıp atamıyorum seni tamamen hayatımdan, mesafeli davranarak, arkadaşmışız gibi rol yapmak tek çarem..
Öyle bıktım ki.. sürekli seni anlatmaktan sürekli seni yazmaktan, sonra seni okumaktan.. seni dinlemekten şarkılarda .. yazdıkça kötü oluyorum yazmazsam daha da kötü oluyorum.. hem de gün gelecek de sen bunları okuyacakmışsın gibi yazıyorum,, biliyorum o gün hiç bir zaman gelmeyecek.. ama yine de ben yazıyorum.. yazarak düşündüklerimi yazıya döküyorum ki aklım boşalsın rahatlasın.. sürekli seni düşünerek yaşamaya devam edemiyorum artık.. boğuluyorum..
Dün gece uyandım aniden, saat sabaha karşı dörttü. Ay ışığı yüzüme vuruyordu. Dolunay vardı. Ve pencereden giren ay ışığı yüzüme vuruyordu. O an sen aklıma geldin, ilk ve son gittiğimiz filmin adı “yeni ay” dı, “alacakaranlık” .. uyudum sonra..
Bilirim sözler gelip geçicidir, uçup giderler. Ama hissettirilenler hep kalır. Madem beni sevmiyordun, niye yaklaştın niye geldin bunca zamandan sonra, niye “seni unutmam mümkün değil, öyle birşey asla olmayacak, unut onu” dedin, niye başını omzuma yasladın her fırsatta ?! Niye farklı düşünmeme imkan verdin.Niye hissettirdin bunları bana ?! Neden ?? Neden nişanlım oldun benim, neden kızdın bana sevgilimmiş gibi, neden aşk meşk konuştun benimle, neden ben evde kalırım beni kimse almaz yok yirmi dokuzuna kadar evlenmezsen beni alırsın yoksa beni kimse almaz gibisinden konuşmaların geçmesine izin verdin aramızda.. Sözlerinle, davranışlarınla hissettirdiklerinle hep farklı hayal etmiştim ben, hep farklı umutlanmıştım.. Madem sevmiyordun neden ?!
Bütün iyi niyetlerim, kalbimin en derinliklerinden sevgiler bütün meleklerim seninle olsun.. İnşallah bir ömür boyu mutlu olursun, sağlıklı olursun her zaman.. Mutlu ve huzurlu olursun inşallah.. seni mutlu edecek insanlarla tanışırsın, hayatın boyunca hep başarılı olursun inşallah..
En güzel hayatlar senin olsun,
İyi bak kendine..
Bir cevapsız aşk bıraktın kalbimde, ve gittin..
Güle güle...
Ben bizim çakalların bu yaptıklarını anladım tabi ama hiç de tepki vermedim, birşey de demedim. Baktım bir sen eklemişsin beni, profilini gezdim önce. Üniversitelerimiz farklı ama bölümlerimiz aynıydı. Hoş fotoğrafların vardı, tatlı bir gülümsemen.. Saf ayağına yatıp bir ileti gönderdim profiline, nerden tanışıyoruz ya eklemişsin galiba diye, sonra biraz konuştuk, bölümden derslerden. İşte o kadardı topu topu. İki gün sonra tatile gitmiştim zaten Avşa’ya. Hiç aklımda bile yoktun yani, ki o zaman başka biri vardı aklımda, görüştüğüm, oldukça güzel olan ama bir o kadar da salak ve zayıf karakterli biri. Zaten Avşa çok güzel bir yerdi, tatil, deniz, kum, güneş.. Herşey çok güzeldi. Sen yoktun ki hiç aklımda. Sonra tatil bitti döndüm evime, faceden ayaküstü konuşmaya devam ettik seninle, sonra msn’e geçti konuşmalarımız. Biraz takım muhabbeti sonunda sen çok komiksin ya eğlendiriyosun beni demiştin, fenerbahçe söz konusu olunca çok eğleniyordun nedense. Ben de cep telefonumu yazmıştım msn’de sana, eğlenmek istediğin zaman ara her zaman burdayım diye takılmıştım. Almışsın kaydetmişsin o gün telefonumu. Bir kaç gün sonra bir gece, doğum günümde attın bana ilk mesajını, saat gece ikiydi. Doğum günümü kutlayan ilk kişilerden birisiydin. Numarayı tanımıyordum, ama senin olduğunu hissetmiştim. Hatta sen de buna şaşırmış olacaksın ki kimsin diye sormadın diye cevaplamıştın.
Oysa ben hep seni arıyormuşum da haberim yokmuş. Oysa hiç yoktun sen aklımda. Çok ilginç bir başlangıcımız olmuştu seninle. Bir msn konuşması sırasında nasıl ne konuşuyorduk hatırlayamıyorum ama şakalaşırken, evlilikten konuşuyorduk. Sen her zamanki gibi beni kimse almaz kalırım ben evde diyordun. Ben de her saf ve salak erkek gibi bu oyuna gelip yok canım olur mu öyle şey diyerek senin egonu tatmin ediyordum. Birbirimizi bir kere bile görmeden o kadar çok konuşmaya başlamıştık ki, birbirimizin hayatının içine girmiş olduk farkına bile varamadan. Birbirimizin hayatına karışmaya bile başlamıştık. Hatta sonra nişanlı olmuştuk. Şakasına başlamıştı ama çok uzun sürdü bu nişanlılık muhabbeti. Ve biz hala buluşmamıştık. Öyle bir gün gelmişti ki, bir baktım son beş günde birbirimize üç yüzden fazla mesaj göndermişiz telefonumuzdan, ve bu mesajlarda çoklu mesajlardı hep. Gören duyan arkadaşlarım hep şaşırıyorlardı ve sanki sevgiliymişsiniz gibi konuşuyorsunuz mesajlaşıyorsunuz diyorlardı. Sanırım kasım ayıydı, bir cuma günü cep telefonundaki mesajlarımızda buluşmaya karar verdik. Yer ankamall, saat beşi biraz geçe. D&R’da buluştuk seninle. (Şu anda girdin msn’e yine, avatarına bakakaldım.. Birkaç saniye sonra kayboldu o da..) İlk buluşmamız. Tarihi bir an. İlk merhaba deyişimiz, nabersin, nasılsınlar.. Oturduk önce bir köfte yedik Sultanahmet köftecisinden. Sen onu önerene kadar ben orada olduğundan bile haberdar değildim Sultanahmet’den. Sonra konuşmaya başladık oradan burdan. Zaman su gibi geçip gitti. Bir de baktık saat dokuz buçuğu geçiyor. Senin geç kalmaman gerekiyordu eve, kalktık, seni metroya bıraktım sonra dolmuşla evime yol aldım. Eve varınca mesaj at demiştim, az sonra geldi mesajın, içim rahatladı. Bu buluşmamız başka herhangi bir sebep olmadan buluştuğumuz iki görüşmeden ilkiydi, bir de sonuncusu vardı.. Bir hafta sonra mıydı neydi, başka bölümden arkadaşlarının bir ödevini beraber yapabilir miyiz diye sormuştun. Çünkü sen ikinci snıftaydın ve bazı konuları yeni öğreniyordun. Ben dünden hazırdım zaten seni bir daha görmeye. Olur dedim, yaparız. Sturbucks’ta buluşmuştuk bu sefer. İki tane de arkadaşın vardı. Oturduk yine konuşmaya başladık, beraber tartıştık biraz ödevi ne yapabilirizi nasılları.. Sonra arkadaşların kahve almak için yanımızdan ayrıldılar. İşte o sıra bir an için saçını kaldırıp da bana çevirdin ya başını, işte o an öyle bir baktın ki bana, o an öyle şeyler hissettim ki kelimelere dökemem şu anda. Ama o şekilde kimse bakmamıştı bana hayatım boyunca, hayatımda hiçbir kadın bana öyle bakmamıştı, annem dahil. Çok farklı bir bakıştı o, çok farklı çok özel çok güzel şeyler hissettim ben o an. İçim içime sığmıyordu sanki. Şimdi anlıyorum o an bana bakarken gördüğün ben değilmişim, gördüğün eski aşkın sevdiğin çocukmuş.. Ben sadece bir figürmüşüm, aklında yaşattığın sevdiğinin yalandan silüetiymişim. Sonra o gün de ayrıldık. Ayrılış o ayrılış, aralık’ın sonuna doğru birşeylerden dolayı tartıştık ve bir soğukluk girmişti aramıza. Bir de doğum gününde İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştım, arabayı sürecek başka kimse yoktu bizimkileri de benim götürmem gerekiyordu. Sense buna çok bozulmuştun. Şaka mıydı gerçek mi bilmiyorum, ama ben gerçek olarak gördüm bu tavırlarını. Çok bozulmuştun. Bense çok üzülmüştüm. O akşam ablamla İstanbul’dan sana çok güzel bir hediye almıştık. Çok güzel bir kelebek kolyesi, gümüşten. Satıcı başka kutu kalmadığı için de nişan yüzüğü kutusuna koymuştu kolyeyi, siyah bir kutuydu. Asi meleğim, narin kelebeğim.. Kelebekten korktuğunu ise son görüşmemizde öğrenmiştim. Yılbaşı geçti ocak ayındaydık artık. Ben buluşmak istedim oturup konuşmak için, sense sürekli bir bahane bulup oyaladın beni msn’de saatlerce, sonra da basit bir yalanla beni dinlemeden kapattın msn’i çektin gittin. Çekip gitmek en kolayıydı çünkü, sebebiyse ne söyleyeceğini bilememendi.. Bu yaptığın bardağı taşıran son damla olmuştu ve o gün gece oturup yazdım sana “son mektup” umu. Senden hoşlandığımı sevdiğimi söylediğim ama senin çok haksız davrandığını söylediğim bir sayfalık bir iç döküşüm vardı bu mektupta. Çok farklıydın, çok zordun, çok asiydin.. Biliyorum sen çok zor zamanlar geçiriyordun, bense her zaman yanında olmaya çalışıyordum ve hissetmeye çalışıyordum yaşadıklarını, kendimi senin yerine koymaya çalışıyordum sürekli ve bir süre sonra kendimi unuttum. Ve ben bunların hiçbirini hak etmemiştim. Sonra uzun bir sessizlik oldu aramızda. Yirmi üç gün geçmişti, artık umudu kesmiştim senden, unutmaya karar vermiştim, çıkmıştın hayatımdan. Ama ben hala unutamamıştım seni. Msn’e girdin o akşam, bekledim ismine bakarak akşam onda mı ne girmiştin, üç dört saat aralıksız beklediğimi hatırlıyorum. Sonunda gece iki de bir mesaj attın bana. İyi misin demiştin, mutlu musun diye sormuştun. Yine başlamıştı herşey.. O gün konuşmuştuk, sen benim hissettiklerimi biliyordun, niye gelip de arkadaşça yaklaştın ki. Madem sevmiyorsun istemiyorsun uzak dur işte. Yok ama sen ne yaptığını bilmiyordun. Seni arkadaş olarak gerçekten çok seviyorum gibilerinden birşey demiştin. Cümle böyle başlayınca gerisinin ne olduğu çok da önemli olmuyor. Çok da farklı olmuyor sonları çünkü. Anlamadım ben ne olduğunu. Yine başladı konuşmalarımız. Ama yine görüşme yok. Sonra bir ay daha geçti, topluluğunuzun düzenlediği ulusal toplantıya katılmak için bana haber verdin. İstersen gel dedin. Gelmez miyim. Toplantıya gitmek üzere hazırlandım, yok aslında senin için hazırlandım toplantı çok da umrumda değildi, ve cuma günü ilk dersten sonra dersi asarak okulunun yolunu tuttum. Seni uzaktan gördüm ilk. Saçına fön yaptırmıştın. Çok güzel görünüyordun. Bu üçüncü görüşmemiz olmuştu seninle. Fazla konuşma fırsatımız da olmamıştı, çünkü konuklarla ve diğer işlerle ilgilenmen gerekiyordu. Dördüncü görüşmemiz kongrenin ikinci günü olmuştu, beşinci görüşmemizde kongrenin son günü olmuştu. Bu son gün, yani pazar günü gitar kursum vardı, ama ben erkenden kalkıp önce okuluna gittim seni görmeye, ama ilk oturum ertelenmişti saat ona. Bekledim.. Sonra sen geldin, yan yana ilk orada oturmuştuk seninle ilk oturumu beraber dinlemiştik. Hayretle sormuştun deli misin sen bu saatte geliyosun buraya diye, ben de kongreye meraklı değilim, ben seni görmeye geldim demiştim, hmm demiştin sen de. İşte o kadar.. Sonra msn’den devam etti konuşmalarımız, üç beş de cep telefonundan mesajlaşma. Haziranda ben staja başladım seninse ödevin vardı ona bakıyorduk beraber, her zaman olduğu gibi msn’den konuşuyorduk sadece. Neyse onu da hallettik sonra sen tatile gittin. Aradığımda bile açmıyordun telefonu, ya duymuyordun ya konuşmak istemiyordun. Ben biliyordum nedenini. Artık ne sesimi görmek istiyordun ne de yüzümü görmek. Sadece msn ve cep telefonu yeterliydi. Gerisine ne gerek vardı. Gittin geldin, aylardan temmuzdu. Ben buluşmak istedim tekrar, yine red cevabını aldım. Hala istemiyordun. Bense dayanamıyordum artık, açık açık bir mesaj çektim ve duygularımı belirttim yine ve netleştirmek istedim tekrar. Sense cevabı daha önceden de verdiğini bunları önceden konuştuğumuzu ama benim anlamak istemediğimi söylemiştin. Ben de peki dedim ve sustum. Ve sustuk..
Hiç yoktan girdin hayatıma, beni benden alıp çekip gittin..
Hayalinle yaşıyordum senin, sen yoktun ama ben mutluydum. Ama şimdi hayalin bile yok senin de olmadığın gibi. Alışmıştım, sen olmasan da hayalinle yaşamaya. Hayali konuşmalar yaşıyordum kafamda. Bazen el ele tutuşup yağmurlu bir yolda yürüyorduk, bazense sudan sebeplerle kavga ediyorduk. Herşey o kadar gerçekti ki, sanki hayal değildin sen, hayır hayal olamazdın gerçektin. Kavgalarımızdan sonra üzgün halde geziyordum ortalarda, evde okulda.. İçiyordum bazen de, biliyorum hiç sevmezsin içkiyi. Bazen de salakça sırıtıyordum etrafta çünkü o gün güzel geçmiştir aramızda, evet salakça sırıtıyordum çünkü biliyorum sana aşıktım, biliyorum aşık olmak salakça sırıtmasını sağlıyordu insanın.
Bir ay öncesinde, doğum günümde, otuz ekim iki bin dokuz Cuma günü saat bir sularında yeniden hayat vermiştin benim ruhsuz cansız bedenime attığın üç kelimelik bir mesajla: “Doğum günün kutlu olsun”. O kadar anlamlıydı ki o mesajın benim için.. Üç buçuk aydır konuşmuyorduk seninle ve sen beni unutmamıştın. Seni unutmam gibi birşey mümkün değil, öyle birşey asla olmayacak, çıkar onu kafandan demiştin çektiğin mesajda.. Ben yerlere kapanıp Tanrı’ya dua etmeye başlamıştım o sıra. Allah’ım sen büyüksün diye haykırıyordum. Seni seviyorum diye bağırıyordu kalbim kendini parçalarcasına. Çok mutluydum, mutluluktan havalara uçuyordum o gün. Hayatımda aldığım en anlamlı en güzel mesajdı. Beni benden alan, hayata tekrar bağlayan bir mesajdı. Sonra yine konuşmaya başladık, bi kaç gün sonra yeni msn’ime eklemiştim seni, biraz sohbet etmiştik. Sonra bir gün senin bölümüne gelmiştim, beraber aldığın yeni ödev üzerine konuşmuştuk. Bir ara başını omzuma yaslamıştın, o an da çok güzel şeyler hissetmiştim. Özel hissettirmiştin beni, farklı hissetmiştim kendimi. O günün başka bir anlamı da vardı benim için, babamın doğum günüydü, ve o gece eve on birde varmıştım, eve gelirken anneme söz verdiğim gibi bir doğum günü pastası almıştım ve eve gelmştim. O haftasonu cumartesi günü kızılayda yine buluştuk seninle, kahve evinde ödevin devamına bakmıştık akşama kadar, sonra da bir yemek yiyip ayrılmıştık. Herşey çok güzeldi. Sonra birkaç gün sonra cepten mesajlaşıyorduk yine, hemen geldim bölümüne, arkadaşların da vardı bu sefer, ödeve kaldığımız yerden devam etmiştik. O zaman da başını omzuma yaslamıştın yine, yine özel hissettirmiştin bana.
Son buluşmamız, sekizinci görüşmemiz, baş başa sırf birbirimizi görmek için buluştuğumuz ikinci randevu.. Bu buluşma da bayram öncesi oldu, çarşamba akşamı. Bir gül aldım bahçeliden, sonra balgattan atladım dolmuşa, ankamall’e gittim. Bu sefer çok umutluydum.. Sinemanın önünde buluştuk seninle, elimdeki gülü uzattım hayırdır dedin yadırgadın, nerden çıktı bu bakışı attın. O an anladım zaten, dakika bir gol bir, bir sıfır yenik başladık maça. Neyse merhabalaştık ve bir filme gitmeye karar verdik; alacakaranlık – yeni ay. Biletlerimizi aldıktan sonra önce çok istediğin elbise gelmiş mi diye bakmak için mağazalara gittik, biraz oralarda gezindikten sonra alta kata indik ve sturbucks’a oturduk. Birer kahve ve limonlu kek aldık. Konuya bir şekilde girmem gerekiyordu, gül almama kızdın mı diye sordum, yoo dedin, o halde sormamda bir sakınca yoktur dedim, sevgilim olur musun diye sordum. Önce başını çevirdin yavaşça güle doğru, bir süre baktın ve aslında biz bunları konuşmuştuk dedin. Ben de açık ve net olarak konuşmadığımızı belirttim ve bir sonuca bağlamak istediğimi dile getirdim. Aslında başka birini sevdiğini, unutamadığını ve bir tür takıntı olduğunu söyledin. Bu nedenle de başka birini düşünemediğini, başka birini hayatına sokmak istemediğini ve kimseye o gözle bakmadığını söyledin. Çünkü ondan başkasını düşünmüyordun ve bana karşı birşey hissetmiyordun durum böyleyken de benimle ilgili birşey olamayacağını açık bir şekilde belirttin. Aaa tabi unutmuşum bu arada çok iyi bir arkadaştım ben senin için.. Sonra filmi izledik beraber, film bitince yine metroya bıraktım seni, ve ayrıldık yine. Bu sefer son kere. Biliyorum o görüşüm seni son görüşüm olacak..
Korku dolu umutlar taşıyordum bir zamanlar.. Şimdi umutlar gitti ama korkular kaldı..
Issız adam filminin sonunda adam kadını görüyordu ya yıllar sonra, hani çocuğuyla birlikte.. ben öyle bir şeye dayanamam işte.. hayatımdan, hayalimden, düşüncemden çıkarıyorum seni, unutamayacağım asla biliyorum ama yine de hayatımdan, hayalimden, fikrimden ve kalbimden çıkarıyorum seni çünkü arkadaş olamam seninle bu saatten sonra, ama yardım edebileceğim bir şey vardır diye de koparıp atamıyorum seni tamamen hayatımdan, mesafeli davranarak, arkadaşmışız gibi rol yapmak tek çarem..
Öyle bıktım ki.. sürekli seni anlatmaktan sürekli seni yazmaktan, sonra seni okumaktan.. seni dinlemekten şarkılarda .. yazdıkça kötü oluyorum yazmazsam daha da kötü oluyorum.. hem de gün gelecek de sen bunları okuyacakmışsın gibi yazıyorum,, biliyorum o gün hiç bir zaman gelmeyecek.. ama yine de ben yazıyorum.. yazarak düşündüklerimi yazıya döküyorum ki aklım boşalsın rahatlasın.. sürekli seni düşünerek yaşamaya devam edemiyorum artık.. boğuluyorum..
Dün gece uyandım aniden, saat sabaha karşı dörttü. Ay ışığı yüzüme vuruyordu. Dolunay vardı. Ve pencereden giren ay ışığı yüzüme vuruyordu. O an sen aklıma geldin, ilk ve son gittiğimiz filmin adı “yeni ay” dı, “alacakaranlık” .. uyudum sonra..
Bilirim sözler gelip geçicidir, uçup giderler. Ama hissettirilenler hep kalır. Madem beni sevmiyordun, niye yaklaştın niye geldin bunca zamandan sonra, niye “seni unutmam mümkün değil, öyle birşey asla olmayacak, unut onu” dedin, niye başını omzuma yasladın her fırsatta ?! Niye farklı düşünmeme imkan verdin.Niye hissettirdin bunları bana ?! Neden ?? Neden nişanlım oldun benim, neden kızdın bana sevgilimmiş gibi, neden aşk meşk konuştun benimle, neden ben evde kalırım beni kimse almaz yok yirmi dokuzuna kadar evlenmezsen beni alırsın yoksa beni kimse almaz gibisinden konuşmaların geçmesine izin verdin aramızda.. Sözlerinle, davranışlarınla hissettirdiklerinle hep farklı hayal etmiştim ben, hep farklı umutlanmıştım.. Madem sevmiyordun neden ?!
Bütün iyi niyetlerim, kalbimin en derinliklerinden sevgiler bütün meleklerim seninle olsun.. İnşallah bir ömür boyu mutlu olursun, sağlıklı olursun her zaman.. Mutlu ve huzurlu olursun inşallah.. seni mutlu edecek insanlarla tanışırsın, hayatın boyunca hep başarılı olursun inşallah..
En güzel hayatlar senin olsun,
İyi bak kendine..
Bir cevapsız aşk bıraktın kalbimde, ve gittin..
Güle güle...
İlginç siteler
Geçen günlerde ilginç bir siteye rastladım. Bu site tamamen flash ile yazılmış ve biraz oyun görünümünde.
http://www.specialdefects.com/
Bu sitede sizi farenizin hareketine göre adım attıran bir animasyon karşılıyor. Ortadaki beyaz noktanın üzerine tıklayarak diğer animasyonları da seçebiliyorsunuz. Benim en çok ilgimi çeken insan kalbinin atışının canlı uyarlanmasının yer aldığı kısım oldu.
http://www.specialdefects.com/v2/?heart
Fare imlecinizi kalbe yaklaştırdıkça kalbin atış hızı artıyor.
Bu kalbin vücudunuzun içinde hergün böyle attığını düşünmek gerçekten çok şaşırtıcı.
http://www.specialdefects.com/
Bu sitede sizi farenizin hareketine göre adım attıran bir animasyon karşılıyor. Ortadaki beyaz noktanın üzerine tıklayarak diğer animasyonları da seçebiliyorsunuz. Benim en çok ilgimi çeken insan kalbinin atışının canlı uyarlanmasının yer aldığı kısım oldu.
http://www.specialdefects.com/v2/?heart
Fare imlecinizi kalbe yaklaştırdıkça kalbin atış hızı artıyor.
Bu kalbin vücudunuzun içinde hergün böyle attığını düşünmek gerçekten çok şaşırtıcı.
e-kitap
mühendislik alanında, gelişen teknolojiyle her an yeni bir ürün ortaya çıkıyor ve bununla birlikte kitaplar da yazılmaya devam ediyor. Öğrenci haliyle sürekli 60tl lik kitaplara servet yatıramayacağımıza göre, bu site bize bu konuda çok yardımcı olacak. Bilgisayar ve BT (Bilgi Teknolojisi) alanlarında birçok kitaba erişebileceğimiz bir site.
>>> flazx
>>> flazx
14 Kasım 2009 Cumartesi
5 Kasım 2009 Perşembe
H1N1 (Domuz Gribi) ve Aşı
İlk günden beri domuz gribine karşı aşı olmaya karşı biriyim. Bu kararımdaki en büyük etken bağışıklık sistemime çok güveniyor olmam. Çok güçlü bir bağışıklık sistemim var ve gripten etkileneceğimi düşünmüyorum. Bunun yanısıra, aşının içerisinde bulunan maddelere de güvenmiyordum. Bu akşam biraz araştırma yaptım ve çok da haklı olduğumu gördüm. Bu bilgileri de sizinle paylaşmak istiyorum.
Aşı genel olarak 3 temel bileşenden oluşuyor. Bunlar;
- antijen: ölü virüs
- adjuvan: bağışıklığı arttırıcı madde
- civalı bileşik: bildiğiniz gibi civa son derece tehlikeli bir madde ve zehirleyici özelliğe sahip. tek doz ile enjekte edilen aşılar problem yaratmıyor; fakat birden çok aşı aynı anda ya da yakın zamanlarda yapılırsa, vücuttaki miktarı tehlikeli olabilecek kadar artabiliyor.
H1N1 aşısı hakkında birçok farklı görüş var. ölüme yol açabilecek sinir hastalıklarını tetikleyebileceği söyleniyor ve yan etkileri henüz tam olarak bilinemiyor. çünkü yan etkilerinin tamamen bilinebilmesi için milyonlarca kişi üzerinde denenmesi gerekmekte. bu nedenle özellikle bebeklerde ve hamile bayanlarda denenmesi son derece sakıncalı.
Türkiye'ye gelen aşılar, içerisinde adjuvan olarak skualen maddesini içeriyor. Skualen maddesi aslında zararlı bir madde değil. Öyle ki, insanın karaciğerinde doğal olarak üretiliyor ve kanda mevcut. Tamamen zararsız ve antioksidan özelliğe sahip bir yağ molekülü.
Yalnız, vücuda dışarıdan enjekte edilirse bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Oto-immun (bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokularına saldırması durumuna yol açan hastalık) bir etkiye sahip olabildiği belirtiliyor. Deri altına veya kas dokusuna enjekte edilirse bağışıklık sistemini öyle bir etkileyebiliyor ki, vücuttaki bütün skualen maddelerine karşı saldırıya geçmesini tetikleyebiliyor.
Körfez savaşında askerler görüldüğü ve bu yüzden körfez savaşı sendromu olarak da bilindiği söylenmekte.
En ciddi olası etkilerinden bazıları ise şöyle; hafıza kaybı, sara nöbeti, sinirsel problemler, lenf bezlerinde büyüme..
Aşı genel olarak 3 temel bileşenden oluşuyor. Bunlar;
- antijen: ölü virüs
- adjuvan: bağışıklığı arttırıcı madde
- civalı bileşik: bildiğiniz gibi civa son derece tehlikeli bir madde ve zehirleyici özelliğe sahip. tek doz ile enjekte edilen aşılar problem yaratmıyor; fakat birden çok aşı aynı anda ya da yakın zamanlarda yapılırsa, vücuttaki miktarı tehlikeli olabilecek kadar artabiliyor.
H1N1 aşısı hakkında birçok farklı görüş var. ölüme yol açabilecek sinir hastalıklarını tetikleyebileceği söyleniyor ve yan etkileri henüz tam olarak bilinemiyor. çünkü yan etkilerinin tamamen bilinebilmesi için milyonlarca kişi üzerinde denenmesi gerekmekte. bu nedenle özellikle bebeklerde ve hamile bayanlarda denenmesi son derece sakıncalı.
Türkiye'ye gelen aşılar, içerisinde adjuvan olarak skualen maddesini içeriyor. Skualen maddesi aslında zararlı bir madde değil. Öyle ki, insanın karaciğerinde doğal olarak üretiliyor ve kanda mevcut. Tamamen zararsız ve antioksidan özelliğe sahip bir yağ molekülü.
Yalnız, vücuda dışarıdan enjekte edilirse bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor. Oto-immun (bağışıklık sisteminin vücudun kendi dokularına saldırması durumuna yol açan hastalık) bir etkiye sahip olabildiği belirtiliyor. Deri altına veya kas dokusuna enjekte edilirse bağışıklık sistemini öyle bir etkileyebiliyor ki, vücuttaki bütün skualen maddelerine karşı saldırıya geçmesini tetikleyebiliyor.
Körfez savaşında askerler görüldüğü ve bu yüzden körfez savaşı sendromu olarak da bilindiği söylenmekte.
En ciddi olası etkilerinden bazıları ise şöyle; hafıza kaybı, sara nöbeti, sinirsel problemler, lenf bezlerinde büyüme..
Etiketler:
adjuvan,
aşı,
domuz gribi,
h1n1,
skualen
29 Ekim 2009 Perşembe
Ölmek için !
Ölmek için gideceğim askere.
Doğuya gitmek isteyen var mı aranızda, diye soracak komutan acemi birliğinde, Öne çıksın! Hemen öne çıkacağım emin adımlarla. Komutan bana doğru yönlenicek.
- ORHUN DALABASMAZ, KONYA, EMRET KOMUTANIM!
- Neden?
diyecek komutan,
- Neden gitmek istiyorsun asker?
- ÖLMEK İÇİN KOMUTANIM!
diyerek haykıracağım..
- ÖLMEK İÇİN..
Doğuya gitmek isteyen var mı aranızda, diye soracak komutan acemi birliğinde, Öne çıksın! Hemen öne çıkacağım emin adımlarla. Komutan bana doğru yönlenicek.
- ORHUN DALABASMAZ, KONYA, EMRET KOMUTANIM!
- Neden?
diyecek komutan,
- Neden gitmek istiyorsun asker?
- ÖLMEK İÇİN KOMUTANIM!
diyerek haykıracağım..
- ÖLMEK İÇİN..
Nefes: Vatan sağ olsun !!
Yeter ki bu vatan sağ olsun !! biz gerekirse uğrunda ölmesini de biliriz..
Bugün sonunda izleyebildim “Nefes: Vatan sağolsun” adlı sinema filmini. Ailemle birlikte öğleden sonra sinemaya gittik. Bugünün hem tatil olmasının, hem de 29 ekim olmasının getirdiği etkiyle birlikte filme yoğun bir ilgi vardı ve tıklım tıklımdı her yer.
Film başladığında ise bayram havasından eser kalmamıştı artık. Bir bıçak.. Bir tümen.. Bir silah sesi.. Karanlıkta ıslık sesi çıkartan o ölümün korkunç sesi.. Dağın başında karlar içinde kanlar içinde yatan şanlı Türk askeri..
Bütün salonda hem ölüm sessizliği oluştu, hem de birlik ve beraberlik hissi.. herkesin tek tek, duygu dolu gözyaşlarının aktığını duyabiliyordum. Hissediyordum.. Hepimiz aynı duyguları paylaşıyorduk çünkü..
Kahraman Türk askerinin yaşadıkları, gerçekler.. Bütün çıplaklığıyla, bizim bir rahat NEFES alabilmemiz için verilen NEFES’leri izledik..
-- filmden etkileyici kesitler yer almaktadır --
ASKER !! SEN ÖLDÜN !! Baban var mı? Var. İyi göndeririz seni bir tabutta alır gömerler.
SEN!! ÖLDÜN!! SEN ASKER!! SEVGİLİN VAR MI?? VAR. ARTIK YOK!! ÇÜNKÜ SEN ÖLDÜN !!
Belki ünlü de olursunuz çıkartıyorlar televizyona. 3dakika, ne 3 dakikası 45 saniye!! 45 saniye anlatırlar!! Sonra, magazin haberleri!!
UYURSAN ÖLÜRSÜN !!
YORUMSUZ: Bir kadın vardı, askerin sevgilisi.. sevdiği, arkada beklediğini düşündüğü.. dağın başında telefonla konuşuyorlar, kadın habersizce bütün olup bitenden, niye daha sık aramıyorsun diyo.. sanki otelde kalıyorum da aramıyorum gibilerinden sitem ediyor asker, kadın da doğru ya sen benim gece rahat uyumamı sağlıyordun değil mi, askerlik yapıyordun sen!!
Asker eğitimde bağırıyor:
Pim! Çek! Bomba! At!
Şehidim, götür beni gittiğin yere !!
Bugün sonunda izleyebildim “Nefes: Vatan sağolsun” adlı sinema filmini. Ailemle birlikte öğleden sonra sinemaya gittik. Bugünün hem tatil olmasının, hem de 29 ekim olmasının getirdiği etkiyle birlikte filme yoğun bir ilgi vardı ve tıklım tıklımdı her yer.
Film başladığında ise bayram havasından eser kalmamıştı artık. Bir bıçak.. Bir tümen.. Bir silah sesi.. Karanlıkta ıslık sesi çıkartan o ölümün korkunç sesi.. Dağın başında karlar içinde kanlar içinde yatan şanlı Türk askeri..
Bütün salonda hem ölüm sessizliği oluştu, hem de birlik ve beraberlik hissi.. herkesin tek tek, duygu dolu gözyaşlarının aktığını duyabiliyordum. Hissediyordum.. Hepimiz aynı duyguları paylaşıyorduk çünkü..
Kahraman Türk askerinin yaşadıkları, gerçekler.. Bütün çıplaklığıyla, bizim bir rahat NEFES alabilmemiz için verilen NEFES’leri izledik..
-- filmden etkileyici kesitler yer almaktadır --
ASKER !! SEN ÖLDÜN !! Baban var mı? Var. İyi göndeririz seni bir tabutta alır gömerler.
SEN!! ÖLDÜN!! SEN ASKER!! SEVGİLİN VAR MI?? VAR. ARTIK YOK!! ÇÜNKÜ SEN ÖLDÜN !!
Belki ünlü de olursunuz çıkartıyorlar televizyona. 3dakika, ne 3 dakikası 45 saniye!! 45 saniye anlatırlar!! Sonra, magazin haberleri!!
UYURSAN ÖLÜRSÜN !!
YORUMSUZ: Bir kadın vardı, askerin sevgilisi.. sevdiği, arkada beklediğini düşündüğü.. dağın başında telefonla konuşuyorlar, kadın habersizce bütün olup bitenden, niye daha sık aramıyorsun diyo.. sanki otelde kalıyorum da aramıyorum gibilerinden sitem ediyor asker, kadın da doğru ya sen benim gece rahat uyumamı sağlıyordun değil mi, askerlik yapıyordun sen!!
Asker eğitimde bağırıyor:
Pim! Çek! Bomba! At!
Şehidim, götür beni gittiğin yere !!
günde beş dakikanızı ana dilinize ayırabilir misiniz ?
Günde sadece 5 dakikamızı ana dilimize, o güzel Türkçe’mize ayırırsak 5 yıl sonra ne güzel Türkçe konuşuyor olmaz mıyız.. Yabancı ve çirkin kelimelerden uzakta, öz ve saf dilimizin güzellikleriyle tanışarak daha güzel anlaşamaz mıyız birbirimizle.. Bu yüzden diyorum ki, herkese herşeye fazla fazla ayırdığınız zamanınızdan, 24 * 60 dakikanızdan sadece 5 dakikanızı üşenmeyin ve Türkçe’ye ayırın, Türkçe’nize ayırın. Eminim pişman olmayacaksınız.
Peki ne mi yapacağız bu 5 dakika içerisinde, hemen söyleyeyim; hergün sıklıkla kullandığınız fakat Türkçemizde yer almayan sözcüklerin Türkçesini öğrenin, internetten bir sözlük sayfasına erişerek Türkçe karşılıklarını öğrenmeye çalışın ve hatta bir de küçük defter alarak bu öğrendiğiniz yeni kelimeleri bu deftere yazın. 5 dakikanız arttıysa, TDK’nın Türkçe sözlüğünü çıkartın kütüphane rafınızdan (eminim ki her Türk ailesinin evinde bulunması gereken Türkçe sözlüğümüz, sizin rafınızda da yerini almıştır!) ve rastgele bir sayfa açarak okuyun, yeni kelimeler keşfedin.
Düşünsenize, günde 5 yeni kelime öğrenseniz, yılda yaklaşık 1825 yeni kelime öğrenmiş olacaksınız. Günde sadece 5 dakikanızı ayırarak.. Ve eminim ki 1 yıl sonunda o küçük defteri elinize alıp baktığınızda oldukça duygulanacaksınız..
Hep başka dillere başka yaşamlara özenebiliyoruz, filmlerde duyduğumuz yabancı kelimeleri oldukları gibi kullanıyoruz ve bu şekilde her gün biraz daha yabancılaşıyoruz, kendi kimliğimizi kaybediyoruz. Eğer kendi kimliğimizi kaybedersek, yine hayat damarlarımızdan birini koparmış olmaz mıyız..
Şu anda TDK veri tabanında kayıtlı tam 616,716 kelime mevcut. Siz kimliğinizi tarihinizi kısaca sizi oluşturan bu kelimelerden kaç tanesini biliyorsunuz ?
Peki ne mi yapacağız bu 5 dakika içerisinde, hemen söyleyeyim; hergün sıklıkla kullandığınız fakat Türkçemizde yer almayan sözcüklerin Türkçesini öğrenin, internetten bir sözlük sayfasına erişerek Türkçe karşılıklarını öğrenmeye çalışın ve hatta bir de küçük defter alarak bu öğrendiğiniz yeni kelimeleri bu deftere yazın. 5 dakikanız arttıysa, TDK’nın Türkçe sözlüğünü çıkartın kütüphane rafınızdan (eminim ki her Türk ailesinin evinde bulunması gereken Türkçe sözlüğümüz, sizin rafınızda da yerini almıştır!) ve rastgele bir sayfa açarak okuyun, yeni kelimeler keşfedin.
Düşünsenize, günde 5 yeni kelime öğrenseniz, yılda yaklaşık 1825 yeni kelime öğrenmiş olacaksınız. Günde sadece 5 dakikanızı ayırarak.. Ve eminim ki 1 yıl sonunda o küçük defteri elinize alıp baktığınızda oldukça duygulanacaksınız..
Hep başka dillere başka yaşamlara özenebiliyoruz, filmlerde duyduğumuz yabancı kelimeleri oldukları gibi kullanıyoruz ve bu şekilde her gün biraz daha yabancılaşıyoruz, kendi kimliğimizi kaybediyoruz. Eğer kendi kimliğimizi kaybedersek, yine hayat damarlarımızdan birini koparmış olmaz mıyız..
Şu anda TDK veri tabanında kayıtlı tam 616,716 kelime mevcut. Siz kimliğinizi tarihinizi kısaca sizi oluşturan bu kelimelerden kaç tanesini biliyorsunuz ?
25 Ekim 2009 Pazar
hayat güzel, yaşamanıza bakın..
gönül yarası olanlara ve sevdiği/hoşlandığı kişiden yüz bulamayanlara sesleniyorum bu yazımda, aynı zamanda kendime de yani ..
burada boş boş konuşup, bu da geçer başkasını bulursun deyip de kandırmaya çalışmayacağım kimseyi, şayet siz inansanız da kalbiniz inanmaz böyle bir şeye..
ama aklıma gelen basit bir hesabı paylaşmak istiyorum sizlerle. açıktır ki sevdiğimiz kişi bizi sevmiyorsa ilişkinin olabilme olasılığı çok küçüktür. yani bizim sevdiğimizin de bizi sevebilme olasılığı gerçekten çok düşük ve bu düşük ihtimali gerçekleştirebilmeyi başaranları da tebrik ediyorum ve hepsine mutluluklar diliyorum..
benim yaptığım basit hesap ise hayatınızdaki kızlarla/erkeklerle ilgili.. sadece selam vererek tanıyor olsanız da, bir arkadaşınızın yanında görmüş olsanız da, her gün yoldan geçen ama tanışmadığınız biri olsa da, veyahut hayatınızda yıllardır olan biri olsa da bunların hepsi hayatınızda var olan kızlardır/erkeklerdir. diyelim ki bu kişilerin sayısı 30 olsun. daha fazla da olabilir daha az da.. hepsine gidip çıkma teklif etseniz, hepsinden de ret cevabı alma olasılığınız, sevdiğiniz kişinin sizi sevebilme olasılığıyla yaklaşık olarak aynıdır..
1 kişiden ret cevabı alma olasılığı 1/2'dir.
30 kişiden ret cevabı alma olasılığı ise (1/2)^30'dur.
yani yaklaşık olarak milyarda bir ihtimal..
ee, denemeye değmez mi.. iş bizden çıkıp da matematiğe girince hayat ne kadar da güzel görünüyor değil mi.. hayat güzel yaşamanıza bakın.. benim kalbim böyle demiyor olsa bile en azından matematik böyle diyor ve matematik şimdiye kadar hiçbir zaman yanılmadı..
not: milyarda bir ihtimali gerçekleştirirseniz şayet, gidip bir de bilet falan alın, şanslı gününüzdesiniz demektir..
burada boş boş konuşup, bu da geçer başkasını bulursun deyip de kandırmaya çalışmayacağım kimseyi, şayet siz inansanız da kalbiniz inanmaz böyle bir şeye..
ama aklıma gelen basit bir hesabı paylaşmak istiyorum sizlerle. açıktır ki sevdiğimiz kişi bizi sevmiyorsa ilişkinin olabilme olasılığı çok küçüktür. yani bizim sevdiğimizin de bizi sevebilme olasılığı gerçekten çok düşük ve bu düşük ihtimali gerçekleştirebilmeyi başaranları da tebrik ediyorum ve hepsine mutluluklar diliyorum..
benim yaptığım basit hesap ise hayatınızdaki kızlarla/erkeklerle ilgili.. sadece selam vererek tanıyor olsanız da, bir arkadaşınızın yanında görmüş olsanız da, her gün yoldan geçen ama tanışmadığınız biri olsa da, veyahut hayatınızda yıllardır olan biri olsa da bunların hepsi hayatınızda var olan kızlardır/erkeklerdir. diyelim ki bu kişilerin sayısı 30 olsun. daha fazla da olabilir daha az da.. hepsine gidip çıkma teklif etseniz, hepsinden de ret cevabı alma olasılığınız, sevdiğiniz kişinin sizi sevebilme olasılığıyla yaklaşık olarak aynıdır..
1 kişiden ret cevabı alma olasılığı 1/2'dir.
30 kişiden ret cevabı alma olasılığı ise (1/2)^30'dur.
yani yaklaşık olarak milyarda bir ihtimal..
ee, denemeye değmez mi.. iş bizden çıkıp da matematiğe girince hayat ne kadar da güzel görünüyor değil mi.. hayat güzel yaşamanıza bakın.. benim kalbim böyle demiyor olsa bile en azından matematik böyle diyor ve matematik şimdiye kadar hiçbir zaman yanılmadı..
not: milyarda bir ihtimali gerçekleştirirseniz şayet, gidip bir de bilet falan alın, şanslı gününüzdesiniz demektir..
29 Eylül 2009 Salı
mutluluk
mutluluk nedir ya da ne değildir?
isterseniz ilk önce mutsuzluk nedir sorusuyla başlayalım..
mutsuzluk, ruhunuzun, yanında bir kum tanesinin dev gibi kalacağı kadar, bütünüyle büzülerek küçülmesi sonucunda bir kara deliğe dönüşmesidir. bu kara delikse olay ufkundaki bütün düşünceleri duyguları içine çekerek yok etmektedir. yani bütün olumlu düşleri, güzel duyguları ve sizi hayata bağlayan özlemlerinizin tamamını..
mutluluk ise bütün bu kara deliklere rağmen, kara deliklerin dışında var olan ve kara deliklerin çekimine yakalanmadan yollarına devam eden diğer şeylerin olduğunu bilmektir..
elbette hayatımızda kara deliklerin olduğunu inkar edemeyiz, fakat herşeyin olduğu gibi kara deliklerin de bir sonu vardır. yani onlar da bir gün yok olurlar. yalnız kara deliklerin ömürleri ne kadar uzun olursa hayatınız da o kadar tadsız olacaktır ve eğer kara deliği yutabilecek büyüklükte bir güneşle karşısına çıkmazsanız, sizi de içine çekecek ve yok edecektir..
unutmayın ki kara deliklerin bütün evrende kapladığı yer, büyük bir okyanustaki bir kum tanesi kadardır..
isterseniz ilk önce mutsuzluk nedir sorusuyla başlayalım..
mutsuzluk, ruhunuzun, yanında bir kum tanesinin dev gibi kalacağı kadar, bütünüyle büzülerek küçülmesi sonucunda bir kara deliğe dönüşmesidir. bu kara delikse olay ufkundaki bütün düşünceleri duyguları içine çekerek yok etmektedir. yani bütün olumlu düşleri, güzel duyguları ve sizi hayata bağlayan özlemlerinizin tamamını..
mutluluk ise bütün bu kara deliklere rağmen, kara deliklerin dışında var olan ve kara deliklerin çekimine yakalanmadan yollarına devam eden diğer şeylerin olduğunu bilmektir..
elbette hayatımızda kara deliklerin olduğunu inkar edemeyiz, fakat herşeyin olduğu gibi kara deliklerin de bir sonu vardır. yani onlar da bir gün yok olurlar. yalnız kara deliklerin ömürleri ne kadar uzun olursa hayatınız da o kadar tadsız olacaktır ve eğer kara deliği yutabilecek büyüklükte bir güneşle karşısına çıkmazsanız, sizi de içine çekecek ve yok edecektir..
unutmayın ki kara deliklerin bütün evrende kapladığı yer, büyük bir okyanustaki bir kum tanesi kadardır..
5 Ocak 2009 Pazartesi
dostlar ve arkadaşlar
arkadaşlar da çok önemlidir. özellikle de benim için. fakat dostlarım bir başkadır.
azdır, özdür. zaten kaç tane dostum var ..
çok güzel çok sevdiğim çok yakın arkadaşlarım da var ama dostlar bir başka ya..
> > > > > > > > >ARKADAŞ ile DOST KAVRAMI > > > > > >
> > > >Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
> > > >Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
> > > >Arkadaş senin ağladığını görmez,
> > > >Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
> > > >Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
> > > >Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
> > > >Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
> > > >Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için,
> > > >Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
> > > >Dost ise tekrar arar.
> > > >Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
> > > >Dost ise her zaman senin arkandadır.
> > > >Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
> > > >Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
> > > >Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
> > > >Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
> > > >Arkadaş sizi ikinci görmek ister,
> > > >Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
> > > >Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır,
> > > >Dost sıkıntınız olduğunda size koşar,
> > > >Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız,
> > > >Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.
Alıntıdır..
azdır, özdür. zaten kaç tane dostum var ..
çok güzel çok sevdiğim çok yakın arkadaşlarım da var ama dostlar bir başka ya..
> > > > > > > > >ARKADAŞ ile DOST KAVRAMI > > > > > >
> > > >Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır,
> > > >Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır.
> > > >Arkadaş senin ağladığını görmez,
> > > >Dostunun omuzu ise senin gözyaşlarınla ıslanır.
> > > >Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir,
> > > >Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider.
> > > >Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur,
> > > >Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için,
> > > >Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür,
> > > >Dost ise tekrar arar.
> > > >Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister,
> > > >Dost ise her zaman senin arkandadır.
> > > >Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir,
> > > >Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder.
> > > >Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar,
> > > >Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır.
> > > >Arkadaş sizi ikinci görmek ister,
> > > >Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar
> > > >Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır,
> > > >Dost sıkıntınız olduğunda size koşar,
> > > >Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız,
> > > >Dostlarınız size huzur vermeye çalışır.
Alıntıdır..
Ben dostlarimi ne kalbimle ne de AKLImla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
AKIL unutur ...
Ben dostlarimi ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
MEVLANA
4 Ocak 2009 Pazar
uyuyorsanız yaşıyorum demeyin
Basit bir matematiksel hesapla başlayayım yazıma. Ortalama bir insan ömrünü 60 yıl olarak var sayıyorum ve diyorum ki, ömrünüz boyunca günde 8 saatinizi uykuya ayırıyorsanız, hayatınızın 3te 1ini yani 60 yılınızın 20 yılını yatağınızda, uyku halinde geçiriyorsunuz demektir. Günde 6saat uyuyorsanız da 15yılınızı..
Şimdi bir düşünün, gün geliyor arkadaşlarınıza, sevdiklerinize 5 dakikanızı ayıramazken, koskoca 20 yılı yatağınızda uyuyarak geçiriyorsunuz.. Kim bilir belki de hep uykusuzluktan şikayet edip, daha çok vaktim olsa da daha fazla uyusam diyorsunuz..
Orta yaşı geçmiş insanlara sorulan “kaç yaşındasınız?” sorusunun şakayla karışık cevabı “geceleri saymazsan 30” olabiliyor, her ne kadar 60 yaşında olsalar da. Her şakada bir gerçek payı vardır ya, aslına bakarsanız bu konuda da öyle. Yani 60 yaşına gelmiş bir kişi, hayatının 20 yılını uyuyarak geçirdikten sonra ben 60 yıl yaşadım diyebilir mi gerçekten de? O kişi 60 yıl yaşamış mıdır yoksa, 40 yıl yaşayıp 20 yıl uyumuş mudur..
Uyku halinde bilincimiz tamamen veya büyük bir yüzdeyle kapanıyor ve hayattan soyutlanıyoruz. Uyanık haldeyken yaptığımız hiçbir aktiviteyi gerçekleştiremiyoruz ve sadece uyuyoruz. Yani biyolojik olarak nefes alıp verme dışında yaşamak kelimesine anlamını verecek hiçbir hayatsal faaliyette bulunmuyoruz. Bu durumda uyuyan biri yaşıyorum diyemez. Çünkü yaşadığına dair herhangi bir izlenim yoktur. Uyurken ne kitap okuyabilir, ne film izleyebilir, ne mutlu olabilir ne de üzülebilir..
Hayat iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla güzel diyoruz ya da öyle olmasını umuyoruz. Öyleyse hayat dolu olmak için hayatı sonuna kadar yaşamamız lazım ve yaşamamız için de uyanık olmamız lazım. Hayatın tadını çıkartmak, daha çok yaşamak, yapacaklarımıza kendimize ve sevdiklerimize daha çok zaman ayırmak için uykumuzdan fedakarlık etmemiz gerekiyor.
Unutmayın, ne kadar çok uyuyorsanız o kadar az yaşıyorsunuzdur..
Şimdi bir düşünün, gün geliyor arkadaşlarınıza, sevdiklerinize 5 dakikanızı ayıramazken, koskoca 20 yılı yatağınızda uyuyarak geçiriyorsunuz.. Kim bilir belki de hep uykusuzluktan şikayet edip, daha çok vaktim olsa da daha fazla uyusam diyorsunuz..
Orta yaşı geçmiş insanlara sorulan “kaç yaşındasınız?” sorusunun şakayla karışık cevabı “geceleri saymazsan 30” olabiliyor, her ne kadar 60 yaşında olsalar da. Her şakada bir gerçek payı vardır ya, aslına bakarsanız bu konuda da öyle. Yani 60 yaşına gelmiş bir kişi, hayatının 20 yılını uyuyarak geçirdikten sonra ben 60 yıl yaşadım diyebilir mi gerçekten de? O kişi 60 yıl yaşamış mıdır yoksa, 40 yıl yaşayıp 20 yıl uyumuş mudur..
Uyku halinde bilincimiz tamamen veya büyük bir yüzdeyle kapanıyor ve hayattan soyutlanıyoruz. Uyanık haldeyken yaptığımız hiçbir aktiviteyi gerçekleştiremiyoruz ve sadece uyuyoruz. Yani biyolojik olarak nefes alıp verme dışında yaşamak kelimesine anlamını verecek hiçbir hayatsal faaliyette bulunmuyoruz. Bu durumda uyuyan biri yaşıyorum diyemez. Çünkü yaşadığına dair herhangi bir izlenim yoktur. Uyurken ne kitap okuyabilir, ne film izleyebilir, ne mutlu olabilir ne de üzülebilir..
Hayat iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, tatlısıyla güzel diyoruz ya da öyle olmasını umuyoruz. Öyleyse hayat dolu olmak için hayatı sonuna kadar yaşamamız lazım ve yaşamamız için de uyanık olmamız lazım. Hayatın tadını çıkartmak, daha çok yaşamak, yapacaklarımıza kendimize ve sevdiklerimize daha çok zaman ayırmak için uykumuzdan fedakarlık etmemiz gerekiyor.
Unutmayın, ne kadar çok uyuyorsanız o kadar az yaşıyorsunuzdur..
3 Ocak 2009 Cumartesi
merhaba
printf("Hello World!");
ben orhun dalabasmaz ..
sizlere artık buradan sesleneceğim ..
buradan sizlere neler düşündüğümü, neler yaptığımı anlatacağım ..
bir nevi günlük, günce ..
beni etkileyen olaylar, kişiler, hayatımda yer alanlar, artık hayatımda yer almayacak olanlar..
okulum, derslerim, hayatım, arkadaşlarım, yaşamım ..
kısaca "ben" bekliyor olacak sizleri bu satırlarda ..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)